Cümlelerin Yükü
Tamamlanamayan cümlelerin diyarında elimdeki yarım kurabiyelerle dolu tabağa gözleri nemli bakan çocuk gibi bakıyordum gözlerine. “Neden bu kadar suskunsun?” diye sordu.
YAZIN
Feyza Demir
12/9/20252 min read


Tamamlanamayan cümlelerin diyarında elimdeki yarım kurabiyelerle dolu tabağa gözleri nemli bakan çocuk gibi bakıyordum gözlerine. “Neden bu kadar suskunsun?” diye sordu. Aslında ben susmaya karar vereli çok olmuştu. Belki de yıllar önceydi… Ama daha yeni fark ediyordu. Planım susmak değildi, hiç öyle küseyim dikkat çekeyim gibi bir niyetim de yoktu.
Daha cümlemi bitirmeden o konuşmaya başlayınca, dinlemeye hazır olmadığını fark ediyordum sadece ve susuyordum. Belli ki onun anlatmaya daha çok ihtiyacı vardı ki sonra dönüp “sen ne diyordun?” bile demiyordu. Dinliyordum, sessizce ve dikkatlice. Bazen bazı hikayeleri, olayları, anları defalarca sanki ilk kez dinler gibi dinliyordum. Demek ki bir kez anlatmak yetmiyordu, cümlelerin yüklerini taşımalarına. Ne kadar tekrarlarsa yükü o kadar ağır demekti. Cümle cümle bölüp, seslerle uzaklara yollamak istese de bu sefer etrafını sarıyordu sanki. Kim bilir kaç kişiye, kaç kez anlatmıştı. Yarım kalan hayallerin acısı gibi yarım kalan cümlelerle sarmalanmış karşımda, bari bu teslimat yarım kalmasın istiyordum. Tamamlasın cümlelerini de, acısının devir teslimini de, yarasını sarmaya mecali kalsın.
Ne kadar dinlesen de bir yanın anlatmak istiyor. Ama konuşmak için değil dinlenilmek için anlatma ihtiyacı bu. Ve karşındakinin dinlemediğini fark edince kelimeleri seslendirmenin anlamı kalmıyordu, sesin karşı zihinlerde bir durağa ulaşamadığını görmek, havada asılı kalan yarım cümlelere dönüşmesini izlemek anlamsızlaştırıyordu kelimelerdeki büyüyü.
Susmak ve dinlemek karşımdakine iyi geliyordu da bana ne iyi gelecekti peki bu sessizlikte? Ben de sarıldım yarım cümlelere. Sevmem yarım kalan hiçbir şeyi. Sakince ve dikkatlice içimde tamamlamaya başladım. Ama karşımdakini de gerçekten dinlediğim için konuşmam onun anlattıklarında sessizlikleri seslendirmek üzerine olmaya başladı. Sanki uzun yıllar eğitim almış bir psikolog gibi çıkarımlarla karşıdan durmaksızın üzerime yağan cümlelerin sırtlarındaki duygu yüklerini keşfetmeye çalışıyorum.
Karşımdakiler mi çok konuşuyordu, anlatacak çok mu hikayeleri vardı? Benim hikayem mi azdı? Hikayenin kendisi mi, yükü mü, sesi mi? Az olan, önemsiz olan neydi? Ben dinledikçe ve tamamladıkça yarım cümleleri sanki dünya ile arama bir tuğla daha yerleşiyordu. Milim milim, tane tane, adım adım uzaklaşıyordum. İşin garip tarafı, bu mesafeden hiç rahatsız gibi de değildim. Hoş geldin yalnızlık, hoş geldin suskunluk…
Feyza Demir / İstanbul Temmuz 2025