Hayatın Rengini Görmek
Sıradan bir akşam yemeği, oğlumun sorusu sonrası bambaşka bir duygu ile sarmalandı. Anne-baba olmak demek aslında sorulara hazırlıksız yakalandığınızda nasıl davranacağınızı bilme konusunda ihtisas sahibi olmaktır.
YAZIN
Feyza Demir
11/18/20253 min read
Sıradan bir akşam yemeği, oğlumun sorusu sonrası bambaşka bir duygu ile sarmalandı. Anne-baba olmak demek aslında sorulara hazırlıksız yakalandığınızda nasıl davranacağınızı bilme konusunda ihtisas sahibi olmaktır. Bilmiyorum, beraber araştıralım mı, ben de merak ettim, bunu sana nasıl anlatabileceğimden emin değilim bana düşünmek için zaman tanır mısın? Vb. cümleler biz yeni nesil anne-baba cümleleri. Aslında icat çıkartma, nerden çıktı bu şimdi, gereksiz konulara kafa yorma, sen dersine çalışsana, nerde gereksiz bir konu var ordasın cümlelerini duyarak büyümüş, devrilerek atılan bakışlara muhatap olmuş bir nesil için oldukça yol kat ettiğimizi düşünüyorum.
Yine böyle bir soru karşısında bilmiyorum demek yetecek sandım. Ama öyle olmadı. “Anne kör bir insana yeşil rengi nasıl anlatırsın?” sorusuna şaşkınlıkla bakıp anlatamam dediğim de soru evrildi ve “ben görmesem bana yeşili nasıl anlatırdın?” sorusu ile annelik damarıma saplanan ok ile zihnimin çalışma sistemi değişti. Soru artık geçiştirilemez, üzerinde düşünülmesi gereken, çözülmesi gereken bir ana konuya dönüştü. Çocuklar istediğini elde etme konusunda biz anne-babaları ellerine almış vaziyetteler. Zaafiyetimle ipler onun elindeydi ve ben bu farkındalıkla düşünmeye başlamıştım bile.
Nereden geldi bu aklına diye sorduğumda instagramda gördüğünü, cevabı olmadığını, cevabını merak ettiğini söyledi. Sorunun kökenini de öğrendikten sonra artık cevap için ödevime çalışmam gerekiyordu.
Yeşili, bir rengi, görmeyen birine anlatacaksam nasıl anlatırım? Çok düz bir mantıkla ilerledim. Hayatı tanımak, anlamak için 5 duyuyu kullanıyorsak ve 1 duyu yoksa diğerleri boşluğu doldurmalıydı. Tat, koku, ses ve temas üzerine yoğunlaşacaktım. Kafamda bir şablon çıktı, artık en azından bir yol haritam vardı. Şimdi her duyu için en yoğun duyguyu tetikleyecek nesneleri bulmalıydım. İlk aklıma gelenler yaprak, ağaç, nane, erik, maydanoz, brokoli, çimen oldu. Sırayla ve bir bağ kurarak nesnelerle ilerleyecektim.
Ama ilk sorunla zihnimde çarpıştık. Yaprakları düşünürken fark ettim ki çok farklı ve türde yaprak var. Üstelik açık yeşil var, koyu yeşil var… Nasıl anlatacağım farkı diye diklendi bana. Yani yeşili anlattım da açık ve koyu olması kusur kaldı diye kendi kendime söylenirken, zihnimdeki meraklı inatçı dürtüklemeye devam ediyordu beynimin kıvrımlarını. Biraz araştırma okuma derken genelleme yapılamasa da (birçok istisnası olmakla birlikte) yapraktaki klorofobil arttıkça rengin koyulaştığı bilgisine ulaştım. Şu an hiçbir işime yaramasa da en azından benim meraklı inatçıyı bir nebze sakinleştirmeyi başarmıştım.
Bir yandan masayı toplayıp ertesi günün hazırlıklarını yaparken bir yandan da duyular, algılarımız ve yeşil nesneler üzerinde düşünürken biz devrildik, gün evrildi.
Sabah okul yolunda yaprakları nasıl tarif edeceğimi düşünürken dokunmaya başladım. Oğlum dönüp “anne ne yapıyorsun?” diye sorunca açıkladım, yeşili anlatmak için yapraklara dokunuyorum dedim. Dersine çalışan çalışkan öğrenci edası ile gururlu ve heyecanlı. Bendeki heyecan oğlumda yoktu ancak eminim ki annem yine boş geçmemiş, beni önemsiyor duygusunu hissetmiştir, umarım…
Sanırım birkaç gün sürdü kelimelerin zihnimdeki koşturmacası. Birbirini kovalayan cümleleri en sonunda dizilin şuraya, bir toparlayalım bu meseleyi dediğimde, dökülüverdiler su damlaları gibi toprağa.
Evde seninle yaptığımız limonatanın içine taze nane yapraklarını koyarken az önce mutfak masasındaki fesleğene değen ellerindeki koku ile karıştı kokusu. Çantaya attım, merak etme. İki elma, üç dört erik. Sulu sulu. Yerken çıkan kütür kütür sesini mi daha çok seviyorsun, yoksa ekşi mayhoş tadını mı? Ben ise seninle yaptığımız her şeyi seviyorum oğlum. Özellikle de parkta dolaşmayı. Hele de çimenler yeni biçilmişse yayılan kokusu ile davetkar halı gibi o geniş alanda yayılmayı, top oynamayı. Sandalyelerimizi söğüt ağacının altına doğru yerleştiriyorum. Dalları sakin, yumuşak ve koruyucu. Kollarını açmış da sarmak ister gibi. Esen hafif rüzgar ile dans ediyor yapraklar. Dansın sesi kulaklarımızda, ritmi doğa belirliyor. Bazen heyecanlı ve hızlı, bazen yumuşak ve sakin. Yeni sürgü veren çiçeğin minik yaprakları kadifemsi, büyük yaprakları ise sert ve dayanıklı.
Doğanın rengi yeşil, oğlum. Özgürlüğün rengi yeşil. Görmesen de kokusunu, tadını, sesini, tenini hayal et. Ne de olsa görmek sadece gözün meselesi değil. Kalbiyle görebilmeyi bilmek mesele. Hayal et ki renklensin hayat. Görememek engel olmasın yaşamaya, anlamaya, sevmeye…